Divan şiirinde gazelden sonra en mühim nazım biçimlerinden biridir kaside. Daha çok din ve devlet büyüklerini; peygamberi, halifeleri, padişahları övmek amacıyla yazılan şiirlerdir.

Kaside, önce Arap edebiyatında görülen daha sonra Türk edebiyatına geçen bir nazım şeklidir. Kaside ilk başlangıçta aşk duyguları ve tabiat güzellikleri karşısında duygulanmalardan doğan ve bu duyguları kabile topluluklarının sosyal hayatıyla birleştiren pastoral bir şiir çeşididir.

Kaside, Arapça ksd kökünden gelme bir kelimedir. Anlamı ise maksad güderek, amaç taşıyarak söylenen manzume yani şiir demektir. Eski Arap kabileleri kendi kabilesinden birini övmek veya yermek amacıyla kaside türü şiire başvururlarmış.

Kaside, aruz ölçüsü ve beyit nazım birimiyle yazılır. Şimdi önce kasidenin Türk edebiyatındaki tarihine sonra kasidenin özelliklerine bir göz atalım ve gazel ile kaside arasındaki farklara bakalım.

Divan Edebiyatında Kasidenin Tarihi

Türk edebiyatında ilk örnekleri 13. yüzyılda görülür. Mevlânâ’nın Divan-ı Kebir’inde üç yüz kadar kaside vardır. 14 ve 15. yüzyıllarda Âşık Paşa, Ahmedî, Şeyhî, Necati Bey ve Ahmet Paşa kaside nazım biçimiyle şiirler kaleme almışlardır.

16. yüzyılda Baki, Fuzulî, Hayalî, Nev’î bu türde şiirler kaleme almışlardır. Osmanlı’nın en parlak döneminin bu olduğunu düşünürsek bir övgü şiiri olan kasidenin de bu dönemde çok önemli bir yer teşkil ettiğini söyleyebiliriz.

Bağdatlı Ruhî, kasideleriyle tanınan bir şairdir. Son derece sade ve akıcı bir üslûpla kaleme almıştır.

Fuzuli’nin Hz. Muhammed için yazdığı “Su Kasidesi” bu türün en önemli örneklerindendir.

17. yüzyıla geldiğimizde bu türün en önemli şairi olarak Nef’’i’yi söyleyebiliriz. Ayrıca Na’ili de önemli şairlerimizdendir.

Kasidenin Özellikleri

Övme amacıyla yazılan şiirlerdir.

33 ile 99 beyit arasında değişir. Ancak 15 beyitle yazılmış kasideler olduğu gibi 100 beyiti aşmış kasideler de vardır.

– İlk beytine matla, son beytine makta, en güzel beytine beytü’l kasid denir.

– Şairin mahlasının bulunduğu beyte taç beyit denir.

– Kasideler nesib bölümlerinde bahsi geçen konulara göre isimler alırlar. Bazı kasideler ise kafiyeleri veya rediflerine göre isimlendirilmişlerdir. Eğer kasidenin kafiyesi R harfiyle biterse o kaside kaside-i raiyye; L harfiyle biterse kaside-i lâmiyye gibi son harfleriyle ilgili isim alırlar.

– Nesib, girizgâh, methiye, tegazzül, fahriye ve dua olmak üzere altı bölümden oluşur (içeriği aşağıda anlatılacak).

– İşledikleri konulara göre farklı isimler alır: tevhit, münacat, naat, methiye, hicviye, mersiye.

Kasidenin Bölümleri

Nesib: Bu bölüm kasidenin en uzun bölümüdür. Bu bölümde yapılan tasvirler ne kadar uzun olursa kasideye de ismini veren bölümdür, nesib bölümünde ele alınan konulara göre isim alırlar. Mesela bahar ayının anlatıldığı kasidelere kaside-i bahriye, kış aylarının anlatıldığı kasidelere kaside-i şathiye, ramazan ayının anlatıldığı kasidelere kaside-i ramazaniyye denir.

Girizgâh: Nesib ile methiye bölümü arasında bir geçiş bölümüdür. Methiye bölümündeki övgüye geçiş aşamasıdır.

Methiye: Adına kaside yazılan din ve devlet büyüğünün övüldüğü esas bölümdür.

Tegazzül: Kaside ile aynı vezin ve kafiyede olan gazel bölümüdür. İsminden anlaşılıyor zaten.

Fahriye: Şairin kendisini övdüğü bölümdür.

Dua: Şairin şiir yazdığı kişi için Allah’tan mutluluk ve yücelik dilediği, dua ettiği bölümdür.

Kaside Türleri, Kaside Çeşitleri

Tevhit: Allah’ın birliğini konu alan kasidelerdir.

Münacat: Allah’a yalvarıp, ondan yardım dilenen kasidelerdir.

Naat: Hz. Muhammed’i övmek amacıyla yazılan kasidelerdir. Su Kasidesi buna örnektir.

Methiye: Halife, padişah, vezir, şehzade gibi devletin üst kademesindeki kişileri övmek için yazılan kasidelerdir.

Hicviye: Adı üstünde yergi kasideleridir. Eleştirmek için yazılır. Halk edebiyatındaki karşılığı taşlamadır.

Mersiye: Çok sevilen padişahın, halifenin ölümünden duyulan üzüntü için yazılan kaside türüdür. Halk edebiyatındaki karşılığı ağıt, İslâmiyet öncesi Türk Edebiyatındaki karşılığı ise sagudur. Baki’nin Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine yazdığı Kanuni Mersiye’si meşhurdur. Yine Taşlıcalı Yahya’nın Şehzade Mustafa ‘nın ölümü üzerine yazdığı mersiye de meşhurdur.

Kaside çeşitleri ile kasidenin bölümlerini karıştırmamak gerekir. Kasidenin çeşitleri genelde yazıldığı kişiye, yazma konusuna göre farklı isimler alır. Kasidenin bölümleri ise türü ne olursa olsun hemen her kasidede yer alan bölümlerdir.

Kaside ve Gazel Arasındaki Farklar:

– Gazelin de kasidenin de kafiye düzeni aa ba ca da şeklindedir.

– Her ikisi de aruz ölçüsüyle yazılır.

– Gazel 3 ile 15 beyit arasında değişirken kaside 33 ile 99 beyit arasında değişir.

– Gazel aşk, sevgi konularında kaside övgü amaçlı yazılır.

Kaside Örnekleri

Mersiye-i Hazret-i Süleymân Hân aleyhi’r-rahmetü ve’l-gufrân
(Birinci bend)
Ey pây-bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm ü neng
Tâ key hevâ/yi meşgale-i dehr-i bî-direng

An ol günü ki âhir olub nev-bahâr-ı ömr
Berg-i hazana dönse gerek ruy-ı lale-reng

Âhir mekânının olsa gerek cür’a gibi hâk
Devrân elinde irse gerek câm-ı ayşa seng

İnsân odur ki âyine veş kalbi sâf ola
Sînende n’eyler âdem isen kîne-i peleng

İbret gözünde niceye dek gaflet uyhusu
Yetmez mi sana vâkıa-i şâh-ı şîr-çeng

Ol şeh-süvâr-ı mülk-i saâdet ki rahşına
Cevlân deminde arsa-i âlem gelürdi teng

Baş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı Engerüs
Şemşîri gevherini pesend eyledi Freng

Yüz yire kodu lûtf ile gül-berg-i ter gibi
Sanduka saldı hâzin-i devrân güher gibi

(İkinci bend)
Hakka ki zîb ü ziynet-i ikbâl ü câh idi
Şâh-ı Skender-efser ü Dârâ-sipâh idi

Gerdûn ayağı tozuna eylerdi ser-fürû
Dünyâya hâk-ı bâr-gehi secde-gâh idi

Kem-ter gedâyı az atâsı kılurdu bây
Bir lûtfu çok mürevveti çok pâd-şâh idi

Hâk-ı cenâb-ı Hazreti der-gâh-ı devleti
Fuzl u belâgat ehline ümmîd-gâh idi

Hükm-i kazâya virdi rızâyı egerçi kim
Şâh-ı kazâ-tüvân ü kader-dest-gâh idi

Gerdûn-ı dûna zâr ü zebûn oldu sanmanuz
Maksûdu terk-i câh ile kurb-ı İlâh idi

Cân ü cihânı gözlerimiz görmese n’ola
Rûşen cemâli âleme hurşîd ü mâh idi

Hurşîde baksa gözleri halkın dolagelür
Zîrâ görünce hâtıra ol meh-likaa gelür

(Beşinci bend)
Gün doğdu şâh-ı âlem uyanmaz mı hâbdan
Kılmaz mı cilve hayme-i gerdûn-cenâbdan

Yollarda kaldı gözlerimüz gelmedi haber
Hâk-i cenâb-ı südde-i devlet-meâbdan

Reng-i izârı gitdi yatur kendü huşk-leb
Şol gül gibi ki ayru düşübdür gül-âbdan

Gâhî hicâb-ı ebre girer Husrevâ felek
Yâd eyledikçe lütfunu terler hicâbdan

Tıfl-ı şirişki yerlere girsün duâm odur
Her kim gamından ağlamaya şeyh u şâbdan

Yansun yakılsun âteş-i hecrinle âftâb
Derdinle kara çullara girsün sehâbdan

Yâd eylesün hünerlerüni kanlar ağlasun
Tîğın boyunca kara batsun kırâbdan

Derd ü gamınla çâk-i girîban idüb kalem
Pirâhenini pâralesün gussadan âlem

(Altıncı bend)
Tîgın içürdü düşmene zahm-ı zebânları
Bahsetmez oldu kimse kesildi lisânları

Gördü nihâl-i serv-i ser-efrâz-ı nizeni
Ser-keşlik adın anmadı bir daha bânları

Her kande bassa pây-semendin nisâr içün
Hânlar yolunda cümle revân etdi kanları

Deşt-i fenâda murg-ı hevâ durmayub döner
Tîgın Hudâ yolunda sebîl itdi cânları

Şemşîr gibi rûy-ı zemine taraf taraf
Saldın demür kuşaklı cihân pehlevânları

Aldun hezâr büt-kedeyi mescid eyledin
Nâkuus yerlerinde okutdun ezânları

Âhir çalındı kûs-ı rahîl itdin irtihâl
Evvel konağın oldu cinân bûstânları

Minnet Hudâya iki cihânda kılub saîd
Nâm-ı şerîfin eyledi hem gaazi hem şehîd
Baki

Diğer bir kaside örneği:

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

(Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan
su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda
vermez.)

Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su

(Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa
gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök
kubbeyi kaplamıştır, bilemem..)

Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su

(Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden
benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim
akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana
getirir.)

Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su

(Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim
yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen
kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.)

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su

(Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile
mahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine
su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.)

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su

(Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi,
gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar
uğraşsa yine de) gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki
tüylere benzetemez. )

Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n’ola
Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su

(Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim
ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek
dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.)

Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ
Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su

(Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan
bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su
vermek hayırlı bir iştir.)

İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su

(Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste
ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır,
söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.)

Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su

(Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su
içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum,
sofular da kevser istiyorlar.)

Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su

(Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin
bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş
salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.)

Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su

(Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden
kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere
bırakamam.)

Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su

(Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem,
öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla
sevgiliye su sunun.)

Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su

(Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık
ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi
(yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından)
kurtarabilir.)

İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağınun mizâcına gire kurtara su

(Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül
efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek
istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül
dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını
değiştirmesi gerekir.)

Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’a su

(Su Hz. Muhammed’in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli
ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça
göstermiştir.)

Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ
Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su

(İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz.
Muhammed’in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su
serpmiştir.)

Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın
Mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su

(Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını
tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su
meydana çıkarmıştır.)

Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su

(Hz. Peygamberimiz’in mûcizeleri dünyada uçsuz
bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o
mucizelerden), ateşe tapan kâfirlerin binlerce
mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)

Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ
Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr’a su

(Mihnet günü Ensâr’a parmağından su verdiğini (bir
mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse
hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.)

Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su

(Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb-
ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su,
düşmanına) elbette yılan zehrine döner.)

Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su

(Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan)
yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su
damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.)

Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su

(Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan
taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)

Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

(Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık
salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da
olsa o eşikten dönmez.)

Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su

(Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek
için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na’tının
zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine)
derman bilirler.)

Yâ Habîballah yâ Hayre’l beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su

(Ey Allah’ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı!
Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp
dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)

Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi’râc’da
Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su

(Sen o kerâmet denizisin ki mi’râc gecesinde feyzinin
çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)

Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su

(Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa,
güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel
su iner.)

Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma
Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su

(Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış,
(ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden
ümitliyim.)

Yümn-i na’tünden güher olmış Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü şeh-vâra su

(Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî’nin (alelâde)
sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su
(damlası) gibi birer inci olmuştur.)

Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su

(Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan
düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su
(gözyaşı) döktüğü zaman,)

Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su

(O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat
çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını
ummaktayım.)

Şair Fuzuli

Kaan Hoca tarafından yayınlandı

Ankara'da edebiyat öğretmeni olarak görev yapan yazar, evli ve hiç çocuk babasıdır.

Sohbete katılın

2 yorum

Yorum Gönderin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir