“Realizm” (gerçekçilik) kavramı, “gerçek‘ anlamına gelen Fransızca “realite” (gerçek, gerçeklik) kelimesinden türetilmiştir. Realizmin -genel- kavram anlamı; “Hayatı, tabiatı, insanı ve olayları olduğu gibi anlatma, aktarma endişesi çevresinde teşekkül etmiş anlayış“; realist (gerçekçi) ise, “Hayatı, tabiatı, insanı ve olayları olduğu gibi anlatma, aktarma iddiasında olan sanatkar veya eser” demektir.
Aslında “gerçek“; dolayısıyla “gerçekçilik“, istisnasız bütün sanat akımlarının ana problemidir. Akımların bu problemde birbirlerinden ayrıldıkları husus, öncelikle ‘gerçek”in ne olup olmadığı meselesidir. Zira tarih boyunca tek bir “gerçek” tarifi üzerinde anlaşmaya varılabildiğini söylemek mümkün değildir, ikinci husus ise, “gerçek”in nasıl yansıtılacağı, yansıtılması gerektiği veya yansıtılabileceği konusudur.
Bu sebeple yukarıda söz konusu ettiğimiz genel manalı bir realizm/gerçekçilik, aslında, aşağıda izah edeceğimiz XIX. yüzyıl edebî akımından çok daha önceki devirlerde de vardır. Yani, XIX. yüzyıl öncesi dönemlerde de bazı sanatkarlar, kendi inançları doğrultusunda “gerçek”i ifade etme; hayatı, tabiatı, insanı ve olayları olduğu gibi anlatma, aktarma endişesi içinde olmuşlar ve bu gayretlerinde de belli başarılara ulaşmışlardır. Mesela Leonardo Vinci; “Yaptığınız resmin konu olarak aldığınız objelere tam olarak benzeyip benzemediğin! anlamak istiyorsanız, bir ayna alın ve bu objelerin onda nasıl yansıdığına bakarak gördüğünüzü yaptığınız resimle karşılaştım.” der. Zira Batı sanatları Eflatun ve Aristo‘dan beri hep “gerçek” peşinde olmuş; ve onu “mimesis” esasına göre anlatmaya çalışmıştır. Değişen veya tartışılan, sadece mimesis’in niteliğidir.
Bizim burada söz konusu edeceğimiz realizm, XIX. yüzyılın basından itibaren yer yer ilk belirtileri görülmeye başlayıp, yüzyılın ortalarından itibaren de prensipleri tespit edilerek sanat hayatına hakim olan ve pozitivist felsefenin üzerine oturmuş; gerçeğin nesnel gözlemini esas alan sanat/edebiyat akımıdır. Bu akım, 1880’lerden itibaren yerini, kendinin çok açık bir devamı durumundaki natüalizme bırakacaktır. Bununla birlikte realizm, -gerçek ve bunun yansıtılmasındaki birtakım farklılıklar dikkate alınmak kaydıyla-, o günden bugüne hala varlığım südüen bir sanat anlayışıdır.
REALİZMİN DOĞUŞ ZEMİNİ
Şimdi realizmin (aynı zamanda natüalizm ve parnasizm) teşekkülüne imkan veren sosyal, siyasî, ekonomik, kültüel ve felsefî zemini kısaca özetleyelim. Elbette ki, diğer akımlarda olduğu gibi, realizmin (natüalizm ve parnasizm) arkasında da, dayandığı belli bir felsefe ve epistemoloji vardır.
Fransız İhtilali (1789), Fransız toplumunu olduğu kadar diğer Batı toplumlarını da derinden etkilemiş; özellikle sosyal ve siyasî hayatı derinden sarsmış; mevcut müessese ve değerlerin pek çoğunu hırpalarken yeni değer ve müesseselerin teşekkülüne zemin hazırlamıştır. İhtilal sonrası Batı dünyasında, demokrasi, hüriyet, insan hakları, orta sınıfın güçlenmesi hususlarındaki gelişmelere rağmen, mezhep kavgaları, kralcı-cumhuriyetçi çekişmeleri hala devam etmektedir. Nitekim, Herton ve Edwards, realizmi (natüalizm ve parnasizm), XVIII. yüzyıl Aydınlanma Çağı’nın iyimser idealizmi ve demokratik ideallerinin çöküşüyle ortaya çıkan ümitsizliğin mahsulü bir hayat felsefesi olarak görmektedirler.
Öte yandan XVIII. yüzyılda Aydınlanma Çağı’na girip ardından Sanayi Çağı’nı başlatan Avrupa, XIX. yüzyılda sanayileşme ve endüstrileşmede büyük gelişmeler elde etmiş; elektrik, buhar ve matbaayı bu sahanın motor gücü haline getirmiştir. Söz konusu gelişmeler, bir taraftan toplum hayatına yeni imkan ve kolaylıklar sağlar; özellikle orta sınıfın refahını arttırırken diğer taraftan Avrupa ülkelerinin dünyanın en güçlü ekonomik ve siyasî gücü haline gelmesine zemin hazırlamıştır. Bu durum Batı ülkelerini gerek kendi aralarında gerekse diğer dünya ülkeleriyle ekonomik güç savaşlarına ve sömügeciliğe süüklemiştir. İngiltere 1858’de Hindistan’ı, 1882’de Mısır’ı ele geçirerek “Güneş Batmayan İmparatorluk” haline gelir. Fransa, Kuzey Afrika ve Uzak Doğu’ya uzanır. Bunlara Alman İmparatorluğu ve diğer Avrupa ülkeleri de eklenir. Öte taraftan ABD ve Japonya da aynı yoldadır. Ekonomik gelişmeler, materyalist düşünce ve dünya görüşünün yaygınlaşmasına zemin hazırlamış ve körüklemiştir. Aynı gelişmeler, gerek toplum katmanları gerekse milletler arası ekonomik dengeyi alt üst etmiş ve çatışmalara zemin hazırlamıştır.
Diğer taraftan yine aynı asırda bilim alanındaki gelişmeler de -hızını arttırarak- devam etmektedir. Özellikle XIX. asrın ikinci yansı, gerek zihniyet gerekse sonuçları bakımından tam bir bilim asrı olmuştur. Bu gelişmeler, zaman içinde tabiî olarak objektifliği güçlendirmiş; objektiflik ve bilimselliğin her şeyin tek ölçüşü haline gelmesi sonucunu doğurmuştur. Nitekim pozitivizm, böyle bir zeminde vücut bulmuştur.
Bilindiği gibi, klasik dönem Batı düşüncesi ve bu dönemin klasik sanatı, platonik felsefe ve bu felsefenin Aristo tarafından yorumlanmış şekline bağlıydı. Klasikler için gerçek, platonik ideallerdi. Bir başka ifadeyle, platonik idealler, “kavramsal gerçekler”i oluşturmuştu. Rönesans ve noeklasik edebiyatların insan ve gerçek kavramları da bundan çok farklı değildi. Ardından gelen klasik hümanizm, platonik felsefe ile Hristiyanlık felsefesini sentez etmeye çalışmıştı. Amaç; insanın cennetten kovulmadan önceki durumuna ulaşmasını sağlamak; yani Tanrı’nın emriyle özdeşleşmiş aklı, erişilmesi gereken bir hedef olarak kabul ettirmektir. Ancak XVIII. yüzyılın basında felsefede rasyonalizm (akılcılık) ve psikolojide ampirizm (tecrübecilik) doğunca, platonik ve neoplatonik idealler veya kavramsal gerçekler tarihe karışır.
John Locke, insanın bilgisini doğuştan getirmeyip duyu organları ve muhakemesiyle (reason) sonradan kazandığım iddia eder. Duyularla dış dünyadan izlenimlerini edinen insan, muhakemesiyle bu dağınık ve karmaşık izlenimleri duyular ötesi bir seviyede sınıflandırmakta ve onlardan tecrübeye dayalı genellemeler oluşturmakta, yani onları sınıflandırarak bilgiye dönüştümektedir. Böylece klasik dönemin platonik ve neoplatonik kavramsal gerçeklerinin yerini realizmin tecrübeye dayalı olarak geliştirdiği yeni kavramsal gerçekler almaktadır.
Realizm (natüalizm ve parnasizm), kendisinden önceki edebî akımların savunduğu kavramsal gerçekçiliğe karşı çıkar, onun yerine olgu gerçekçiliğini (factual realizm); bunun insan ve gerçek kavramlarım sanat/edebiyata yerleştirir. Zira realizm (natüalizm ve parnasizm), çok büyük ölçüde pozitivizm üzerine oturur.
Pozitivizm: Temeli daha önceki dönemlere ve Aydınlanma Çağı‘na uzanmakla birlikte (Hobbes, Locke, Nevvton, Leibniz, Berkeley, Saint Simon), XIX. yüzyılda Fransız filozofu Auguste Comte tarafından sistemleştirilen ispatiyeci bir doktrinin adıdır. Bir başka ifadeyle pozitivizm;
“Genel olarak, modern bilimi temele alan; batıl inançları, metafizik ve dini, insanlığın ilerlemesini engelleyen bilim öncesi düşünce tarzlarım” reddeden dünya görüşüdü. 62
Pozitivist felsefe ise; pozitif ilimlerin verilerine dayanan rasyonalist bir felsefedir. Bu felsefenin temel amacı; pozitif bilimler vasıtasıyla bütün olayların meydana gelişlerindeki tabiî ve değişmez kanunlarım keşfetmek ve bir hükme bağlamaktır. Ancak pozitivizmde olayların “niçin” ve “neden”leri ile uğraşılmaz. Pozitivizme göre, insan zihni, tabiat ve eşyanın mahiyetini kavrayamaz. insan zihninin kavrama imkanı, varlığı deneyle ispatlanabilenlerle sınırlıdır. Bu noktada pozitif; ölçülebilir, tartılabilir, deneye sokulabilir ve faydalı olan şeydir. Deneyle ispatlanamayan her tülü bilgi, teolojik veya metafiziktir ki, hayal mahsulünden başka bir şey değildir. Felsefenin görevi, pozitif bilimlerin üstünde bir gerçeklik aramak değil, söz konusu bilimlerin sonuçlarım sentez etmek ve sistemleştirmektir. Bu sebeple pozitivist felsefe, hiçbir dine ve bu dinlerin getirdiği bilgi ve inançlara katılmaz ve onları reddeder. Bunun yerine kendi dinini kurar. Bu yeni dinin tanrısı insanlık, alimler; melekleri kadınlar; mucizeleri ilmî gelişmeler; peygamberi Auguste Comte; amacı ise, insan ve toplum hayatinin bütününü kendi görüşleri doğrultusunda yeniden düzenlemektir.
Ampirizm ile sosyalizmin sentezi olan pozitivizme göre, insan düşüncesi tarih içinde üç farklı devir yaşamıştır. Bunlar; teolojik, metafizik ve pozitivist devirlerdir. Bütün toplumlar bu aşamalardan geçmiş veya geçecek; sonunda da pozitivist döneme ulaşacaklardır. Zira teolojik, metafizik felsefeler, insanı ve toplumları mutlu etmeye yetmemiş; bundan sonra da yetmeyecektir. Tabiî ki, pozitivist dönemde insanoğlu ne teolojiye ne de metafiziğe ihtiyaç duyacaktır.
REALİZMİN SANAT/EDEBİYATTAKİ İLKE VE NİTELİKLERİ
1- Gerçekçilik: Elbette ki, realizmin -adı üstünde- birinci ilke ve niteliği, gerçekçiliktir. Romantizmin romantikliği, idealizmi, santiman – talizmi ve lirizmine tepki gösterip karşı çıkan realizm, felsefede pozitivisttir. Yukarıda belirtildiği gibi, pozitivizmin temel hareket noktası, gerçeğe ancak ve ancak bilimin emrindeki akılla ulaşılabileceği inancıydı. Üstelik bu gerçek, sadece bilimin üzerinde konuşabildiği madde ile sınırlandırılmış bir gerçektir. Realist yazarlar da böyle bir gerçeğin sanat eserine taşınması endişesi içindedirler. Bir başka ifadeyle realizm, klasisizm gibi, akıl/sağduyu ile yetinmez; bir anlamda aklı bilimin emrine verir veya gerçeği bilimle sınırlamak ister. Bu sebeple realistler eserlerinde, romantikler gibi olağanüstülüklere, mucizelere, tesadüflere, hayalî olanlara ve soyut genellemelere yer vermezler.
Flaubert, bir mektubunda; “Olayları, bana göründükleri gibi ortaya koymakla, bana doğru görüneni ifade etmekle yetiniyorum… Doğruluğu sanata sokmanın daha zamanı gelmedi mi? Tasvirin tarafsızlığı o zaman kanunun yüksekliğine ve bilimin belginliğine ulaşacaktır.”63 der. Stendhal’e göre ise roman; “büyük bir yolun üstünde gezdirilen bir ayna”dır. “İşte böyle, bayım! Roman büyük bir yolun üstünde gezdirilen bir aynadır. Kah göklerin maviliğini yansıtır, kah yolun çukurlarında biriken çamuru; sonra da kalkar, torbasında ayna taşıyan adamı ahlaksızlıkla suçlandırırsınız! Aynası, çamuru gösteriyor diye, aynayı suçlandırıyorsunuz! Asıl çamurlu büyük yolu, en çok da suyun birikmesine, çamur olmasına yol açan bayındırlık müfettişi suçlandırılmalı.”6’4
Bununla birlikte realizmin söz konusu gerçek anlayışını ve aşağıdaki gözlem ve objektiflik endişesini, bir aynanın yansıtması ile eş değer görmemek gerekir. Realist sanatkar, gerçeğe öncelikle kendine ait bir perspektifle yaklaşacak; buna göre gerçekte birtakım seçmeler, ayıklamalar ve yeniden düzenlemeler yapacaktır. Aksi takdirde eser, bir yığın lüzumlu lüzumsuz bilgi yığını olmaktan öteye geçemeyecek; “tarih”, “hatıra”, “biyografi’ ve “belgesel’ sınırları içinde kalacaktır. Bu noktada hatırlanması gereken bir başka husus, sanatın gerçeği ile hayatın gerçeğinin ayrı şeyler olduğu hakikatidir.
2- Gözlem: Gerçeklik endişesi, realistleri tabiî olarak gözleme götüü. Zira sanatkarın masasında oturarak, hayaller kurarak toplum, insan, tabiat gerçeğinin yakalaması mümkün değildir. Unutmamak gerekir ki, realist sanatkarın temel ilkesi; “/-/aya/e kapılmamak, hakikatten ayrılmamaktır. Bu sebeple onlar dış dünyaya, topluma, insana açıktırlar.
Eserlerini inandıkları gerçek anlayışına uygun bir biçimde kaleme alabilmek için lüzumlu olan malzeme, bilgi, belge toplayabilmek düşüncesiyle gözlemde bulunur, araştırıp soruşturur, bilgi ve belge toplarlar. Zira başka tülü gerçeğe ulaşmak mümkün değildir. Nitekim Tolstoy, Harp ve Sulh romanım yazabilmek için elinde haritalarla, tam iki gün at sırtında savaş alanında dolaşır. Aiphonse Daudet’in günü gününe tutulmuş bir yığın defterleri vardır. Edmond de Goncourt, bir eserini yazmadan önce kadın okuyucularından, samimî itiraflarım ihtiva eden mektuplar yazmaları, hatıra defterini göndermelerini ister.
Edmond de Goncourt’un aşağıdaki cümleleri, realistlerin gerçekçilik endişelerini çok daha iyi ifade eder: “Tarih, yazılı belgelerle meydana getirildiği gibi bugünkü roman da anlatılmış veya tabiattan çıkartılmış belgelerle vücuda getirilmektedir. Tarihçiler geçmişin anlatıcıları, romancılar da bugünün anlatıcılarıdır.”65 Gustave Flaubert, Maupassant’a bu konuda şu öğütte bulunur: “Her şey görmekten ibarettir. Görmek ama doğru görmek. Ustalarının gözüyle değil kendi gözlerinle ve doğru görebilmek için daha beklemen lazım. Bir sanatçının orijinalliği, ‘büyük şeyler’de değil, önce ‘küçük şeyler’de görülü. Şaheserler, basit konular üzerindeki ayrıntılardan meydana gelmiştir.”66
3- İnsan ve Toplum: Realizmin “gerçek” ve bunu elde etmek için kullanılan yöntem durumundaki “gözlem” ilkeleri, elbette ki insan ve toplum içindir. Bir başka ifadeyle, realizmde sanatın konusu ve amacı, çağdaş sosyal insan ve toplum hayatının objektif bir biçimde sanat eserine aktarılmasıdır. Bu sebeple realistler, toplumun her katmanında ve her ortamında yaşanan hayatı (sarayı, köşkü olduğu kadar herhangi bir evi, pansiyonu, kulübeyi; şehri olduğu kadar köyü), bu hayatın her tülü insanını (aristokratı, ruhbanı olduğu kadar burjuvayı, köylüyü, işçiyi) ve onların bin bir çeşit meselelerim; daha açık bir ifadeyle, güzeli olduğu kadar çirkini de ön yargısız bir biçimde tasvir etmişlerdir. Stendhal’in roman ve romancı ile ilgili yukarıdaki düşünceleri, bu hususun açık delilidir.
Bu genel görünümle birlikte, realistlerin daha ziyade orta ve alt tabakaya mensup insanlar üzerinde yoğunlaştıkları görülü. Söz konusu yoğunlaşmada da tipleşme dikkati çeker. Tipleşen insan, kendine has karakter nitelikleriyle belirginleşmez. O, toplumun çoğunluğunu oluşturan insanlardan herhangi birisidir ve daha çok mensubu olduğu sınıfın ortak niteliklerini temsil eder. Kısacasıtip; kendine has sosyal, kültüel, psikolojik ve davranış nitelikleriyle değil, mensubu bulunduğu grup veya sınıfın ortak değerleri çerçevesinde belirginleşmiş ve o grup veya sınıfın temsilcisi durumundaki insandır (öğretmen tipi, işçi tipi, köylü tipi vb.). Böyle bir insanın edebî eserde ele alınması, aynı zamanda toplumun büyük bir kesiminin anlatılması demektir. Zaten yazarın amacı da, toplumdan soyutlanmış bir insan değil, mümkün mertebe toplumu ve devri yansıtabilecek; onun çok açık bir gerçeği olabilecek insandır.
Realistler, söz konusu insanı ele alırlarken, natüalistler gibi, insan gerçeğini bilimin verileri ile sınırlamazlar, insanın haldeki gerçeği kadar yakın gelecekteki ideallerine de yer verirler. “O halde, gerçekçi romanda bir yandan insanın sosyal gerçeğini olduğu gibi, öte yandan da olması gerektiği gibi temsil eden sosyal tipler vardır. (…) Gerçekçi roman, insan gerçeğini geçmişte, halde ve gelecekte bulmuştur. Gerçekçi roman, natüalist romanın aksine, insan tecrübesini yalnız tasvir etmekle kalmamış, aynı zamanda preskriptif (kuralcı) bir tavırla insana norm ve idealler göstermeyi de amaç edinmiştir. Bu bakımdan gerçekçi edebiyat da, klasik edebiyat gibi, insan tecrübesinde hem normdan sapmaları tasvir etmiş, hem de gerçekleşebilecek idealleri vermiş, yönlendirici reformcu ve öğretici olmuştur. Bu bakımdan gerçekçiliği çağımızın klasisizmi olarak tanımlayabiliriz.” 67
Realistler, değişim süeci içindeki insanın ruhî büyümesini anlatmanın yanında ve buna paralel olarak toplumun ve toplum değerlerinin değişim süecini de anlatmaya veya en azından sezdirmeye çalışırlar. Tarih şuuru diyebileceğimiz bu hususa Rane Wellek, “tarihçilik” olarak isimlendirir ve şöyle tarif eder: Tarihçilik; “bir romanda değişen tarihî değerlerin yaşandıkları süeci roman karakterlerinin yaşadıkları oluş süeci içinde vermek”tir.68 Realistler, çağdaş toplumun günlük hayatım esas alır ve bu hayatın bütününü yansıtmaya çalışırlar. Gerçekler arasında da güzel- çirkin, iyi-kötü, faydalı-zararlı seçimi yapmazlar.
Realizmin gerçekçiliği, sadece “dış” ile sınırlı değildir; “iç” gerçeklik de en az onun kadar önemlidir. İnsanın dış görünüşü, içinde bulunduğu mekan ve yaşadığı somut olaylar kadar, o mekanda o olayları yaşayan insanın psikolojisi; olay ve mekanın bu psikolojide yarattığı değişimler de anlatılır. İç gerçekliği öne çıkarmaya, psikolojik realizmden denir.
Bunun dışında realizmde, zaman içinde ve ülkelere göre, gerçek ve objektiflik prensiplerinin farklı yorumlanıp uygulanmasından kaynaklanan birtakım alt gruplandırmalar da yapılmaktadır. Bunlar; Eleştirel Gerçekçilikle Toplumcu Gerçekçilik�dir.
Eleştirel Gerçekçilik: Realizmin başlangıcından itibaren dikkati çeken bu tavır; gözlemlenen ferdî veya sosyal gerçeklerin belli bir dünya görüşü ekseninde eleştiriye tabi tutularak anlatılmasını esas alır. Balzac, Stendhal, Guy de Maupassant, Charles Dickens, George Eliot, Maksim Gorki, Tolstoy, Çehov vb. yazarlar, sosyal, ekonomik, kültüel, siyasî şartları içinde ele aldıkları insanı/insanları, olayları, durumları belli bir eleştiri süzgecinden geçirerek dikkatlere sunarlar. Ancak bu eleştirel tavır, hiçbir zaman “angaje edebiyat’ seviyesine düşmez.
Toplumcu Gerçekçilik: Bu tavırda gerçek ve gerçeğin eleştirilmesi ile sınırlı kalınmaz; eleştirilen durumdan çıkış için bir yol da gösterilir. Üstelik gerçek ve gerçeğin eleştirisi, teklif edilen yol’a göre şekillenir. Rusya’daki 1917 Ekim Devrimi’nden sonra belirginleşen; 1934’ten sonra büsbütün parti ideolojisinin emrine girmiş olan toplumcu gerçekçilik, çok büyük ölçüde marksizme ve marksist ideolojiye dayanır. Bu sebeple Toplumcu Gerçekçilik, Sosyal Gerçekçilik, Sosyalist Gerçekçilik, Marksit Gerçekçilik büyük ölçüde aynı anlayışı ifade eder. Maksim Gorki, Anatole France, Ernest Hemingway, John Steinbeck vb. yazarlar bazı eserleriyle bu gruba dahil edilebilirler.
4- Mekan/Çevre ve Tasvir: Realistlerin gerçekçilik ve bunun sonucu durumundaki gözlem endişesi, onların eserlerinde mekan unsurunun önem kazanması ve tasvir tarzı anlatımın daha yoğun bir biçimde kullanılmasına zemin hazırlamıştır. Mekan unsurunun önem kazanması, tasvirin yoğunlaşmasının bir başka sebebi, mekan/çevrenin insan ruhu üzerinde tesiri olduğu inancıdır. Evimizdeki herhangi bir eşyadan bahçemize, bulunduğumuz şehirden içinde yaşadığımız toplumun şartlarından iklime kadar uzanan çevre/mekan, bizim karakterimizin şöyle veya böyle şekillenmesinde önemli bir tesire sahiptir. Elbette ki, söz konusu tesir, tek taraflı değil, karşılıklıdır. Yani bizim de çevre/mekan üzerinde değiştirici tesirimiz vardır. O halde bir insanın gerçekçi bir biçimde anlatılabilmesi için, onun dış görünüşü ve içinde yaşadığı mekan bütün ayrıntılarıyla tasvir edilmesi gerekir. Bir anlamda, dış gerçeklik, iç gerçekliğin aynasıdır, Bu sebeple realistlerin eserlerindeki uzun tasvirler, romantiklerde olduğu gibi, “tasvir için tasvir” değildir. Tasvir, o mekanda yaşayan insanın karakterini, kültüünü, ekonomik durumunu, iç dünyasını yansıtmada ciddî bir fonksiyona sahiptir. Edmond de Goncourt bu konuda şunları söyler: “Anlayışımıza göre, görülen şeylerin ve çevrelerin tasviri, romanda tasvir için tasvir yapmak değildir. Tasvir, okuyucuyu bu şeylerden ve bu çevrelerden fışkıracak heyecana elverişli belli bir çevreye götüen vasıtadır.”69
Bu noktada belirtilmesi gereken bir başka husus; realizmde tasvirin sübjektif değil, objektif olmasıdır. Yani mekan/çevre/d iş dünya, olduğu gibi ve gerçek çizgileriyle tasvir edilir. Yazar kendi ruh haline veya keyfine göre mekanı değiştiremez. Üstelik bu tasvir, yazarın gözüyle değil, o mekanda yaşayan veya o mekanı ilk defa gören kahramanın gözüyle yapılır. Böylece hem mekanın o insan üzerinde uyandırdığı tesirler verilmiş hem de o insanın sosyal ve ekonomik durumu, kültüü, karakteri, zevk ve eğilimleri sezdirilmiş olur.
5- Objektiflik: Realizm, sanatkarın eseri karşında objektif olmasını ister. Yazar, eserin dünyasından kendini çekmeli; olaylar, kahramanlar, mekanlar karşısında tarafsız olmalı; romanın dünyası ile kendisi arasındaki kinaye mesafesini korumalı; olayların akışım çeşitli sebeplerle kesmemeli; kendi duygu, düşünce, zevk ve tercihlerini bütünüyle eserin dışında tutmalı; bir ahlakçı değil bir beşerî anatomist olduğunu unutmamalıdır. Onun görevi, gözlemlediği gerçeği, değiştirmeden, bozmadan, abartmadan olduğu gibi ifade etmektir. Eserin kompozisyonu, sadece mekanların seçilmesi, olayların determinizm ve mantığa uygun olarak düzenlenmesinden ibarettir. Nitekim Balzac, gerçek roman yazarının kendisi değil Fransız toplumu olduğu; kendisinin sadece kalemini yönlendirdiğim söyler. Söz konusu nitelik, realist romanı, geleneksel veya romantik romandan farklı kılan temel değerlerden birisidir. Objektiflik ilkesinin, toplumcu gerçekçilik anlayışında önemli ölçüde zedelendiği açıktır.
6- Vak’ayı Sınırlama: Tasvire verilen büyük önemin yanında realistler, roman, hikaye ve tiyatrolarının vak’asındaki dramı ve vak’anın eserin bütünlüğü içindeki fonksiyonunu en aza indirmeye çalışırlar. Gerçekçilik ve objektiflik ilkeleri, onları, olay örgüsünü teşkil eden olaylar zincirinin günlük hayatın tabiî ve alelade olaylarından seçmeye zorlar. Tarihî veya geçmiş olan değil, hal tercih edilir. Zira önemli olan içinde yaşanılan topluma ayna tutabilmektir.
Realist hikaye ve romanın vak’ası, çok büyük ve nadir olaylardan değil, günlük hayatın içinde her zaman rastlanabilecek veya yaşanabilecek sıradan olaylardan teşekkül eder. Çapraşık olaylar, okuyucunun merakını kamçılayan büyük hadiselerden kaçınılır. Zira bunlar, içinde yaşanılan hayatta her gün, her yerde ve herkesin yaşadığı gerçekler değildir. Ayrıca olaylar çok sağlam bir sebep-sonuç ilkesi dahilinde gelişir; olağanüstüye, tesadüfe, şaşırtıcıya yer verilmez. Bu konuda Goncourt Kardeşler; “Ben ve kardeşim her şeyden önce, romanda vak’ayı öldümeye çalıştık.” derken; Daudet; “Başlarından hiçbir mühim vak’a geçmeyecek olan insanların romanım, yani hayatlarım yazmak, en doğru yol değil midir?”70 diye sorar. Söz konusu anlayış, realist eserlerde zaman zaman olaylar arası birlik yokluğu veya kopukluğuna kadar uzanabilir.
7- Dramatik Roman: Realist roman, daha önceki dönemlerin alışılmış roman tarzı sınırları içinde şekillenir; ancak kendine has birtakım önemli farklılıklar çerçevesinde. Söz konusu farklılıkların basında da yukarıda izah edilen “gerçekçilik”, “objektiflik”, “insan ve toplum” ve “vak’ayı sınırlandırma” ilkelerinin dışında-, “dramatik roman ” olması gelir.
Dramatik roman, itibarî dünyanın tanrısı durumundaki hakim veya kahraman anlatıcıların sonu gelmez tahkiyeleri, özetlemeleri, tahlilleri, yorumları ve sübjektif tasvirleri yerine, çok büyük ölçüde “sahneleme/gösterme tarzı/tekniğine” dayanır. Olaylar, anlatıcının anlatması yoluyla değil, okuyucunun gözü önünde tecessüm ettirebileceği biçimde verilir; dramatize edilir. Anlatıcı, bilgiçlik ve kahinlik taslamaz. Böylece dünün “anlatılan roman”ından “modern roman”ın ilk basamağı olan “dramatik roman”a geçilmiş olur.
Dramatik romanla birlikte yazar ile eser arasında göbek bağı bütünüyle koparılır. Yazar, romanının itibarî dünyasına müdahele etmez; kendini bu dünyadan uzaklaştırır. Artık ondan beklenen, çok açık bir objektifliktir.
Dramatik roma, sınırlı bir mekan ve zaman içinde, günlük basit olaylar çevresinde baş kahramanın ruhî tecrübesi üzerine yoğunlaşır. Diğer kahramanlar, baş kahramanın ruh büyüme süecinde ihtiyaç duyulduğu ölçüde kullanılır. Bu notada dramatik romanın merkez gücü baş kahramandır. Söz konusu kahramanın ruhî büyüme süeci, bu süecin değişik evreleri, bunun dışa yansıyan tepkileri dramatik bir biçimde sergilenir.
Dramatik roman, genellikle bir tek merkezî tema üzerine kurulur. Bunun dışındaki birkaç alt tema, doğrudan doğruya merkezî temaya bağlıdır ve çeşitli yönlerden onu destekler. Asıl temayı ilgilendirmeyen hiçbir konu veya düşünceye; karakter ve olaylara yer verilmez.71
8- Sanat Gerçek ve Güzellik İçindir: Realizmde sanat, gerçek ve güzellik içindir. Sanata bunun dışında dinî, ahlakî, sosyal bir fonksiyon yüklenemez. Sanatkar, gözlemlediği gerçeği, estetik bir biçimde ifade etme amacının dışında herhangi bir amaçla kullanamaz. Bu konuda objektif olmak mecburiyetindedir. Başkaları da bu tutumu yüzünden ne sanatkarı ne de eserini tenkit edebilir. Flaubert’in şu cümleleri, söz konusu prensibi daha da netleştirecektir: “Güzel üslupla yazan sanatçılara fikir ve ahlak gayelerini ihmal ettikleri için çıkışıyorlar, sanki doktorun gayesi iyileştirmek, bülbülün gayesi de sadece ötmek, sanki sanatın gayesi de her şeyden önce güzellik yaratmak değilmiş gibi.”72
Realistlerin bu anlayışları, onların “Sanat sanat içindir” görüşünde oldukları manasına gelmez. Nitekim onlar böyle bir anlayışa karşıdırlar ve çok büyük ölçüde eleştirel gerçekçilik sınırları içinde kimliklerini bulurlar. “Sanatkarın pratik, yararlı, eğlendirici olmayan felsefî bir amacı vardır.”73
Realist sanatkar, insanın çağdaş gerçeğini, sadece olduğu gibi anlatmak veya göstermekle yetinmez; olması gerektiği durumu da birtakım sosyal tipler vasıtasıyla vurgulamaya çalışır. Bu sebeple; “Realist eserlerden dinî, ahlakî, sosyal bir sonuç; bir ders çıkmaz mı?” sorusuna tamamiyle “hayır” diyebilmek mümkün değildir. Mesela Madame Bovaiyüen her okuyucu kendi durumuna göre birtakım dersler çıkarabilir, Ancak Flaubert’in amacı bu değildir. Realist yazar, gerçeği, estetik bir biçimde sanatın imkanları dahilinde dile getirir. Buna rağmen eserden bunun dışında bir sonucun çıkması veya çıkarılması, sanatkarın problemi değil, okuyucunun problemidir.
Toplumcu gerçekçilerin, güzellikle-gerçeklik arasındaki dengeyi bozarak sanatı inandıkları ideoloji için kullandıkları ve onu bir vasıta haline getirdiklerini belirtmemiz gerekir.
9- Dil ve Üslup: Realist yazarlar -özellikle Flaubert, Goncourt Kardeşler, Daudet, Maupassant- dil, üslup ve biçime büyük değer verirler. Zira sanatın amacı, gerçeği objektif ve estetik bir biçimde ifade etmektir. Eserin öz, biçim, dil ve üslubu arasında ruh-beden uyumu gibi bir uyum olmalıdır. Aşağıdaki cümlelerinde Maupassant, ustası Flaubert’in bu konudaki öğüdünü dile getirir: “Söylemek istediğimiz her ne olursa olsun, o şeyi en iyi izah edecek bir kelime, en iyi canlandıracak bir fiil, en güzel niteleyecek bir sıfat vardır. Şu halde, o kelimeyi, o fiili, o sıfatı bulana kadar sabırlıca aramamız lazımdır.”74
Realistler, dil ve üslup endişeleri bakımından, romantiklerin tumturaklı, sun’î, süslü, savruk dil ve üslüplarına; soyut genellemelerine, alegorik ifadelerine ve sembolik düşünce biçimlerine değil, belli ölçüde klasiklere yaklaşırlar.
Realizm, çok büyük ölçüde roman, hikaye ve tiyatro tülerinde ifadesini bulmuştur.
Realistler, Realizmin Temsilcileri:
Stendhal (1783-1842): Fransız yazarı. Roman, hikaye, seyahat, hatıra tülerinde eserleri bulunan Stendhal’in en öneli iki romanı Kırmızı ve Siyah ile Parma Manastırı’?W.
Honore de Balzac (1799-1850): Dünya roman tüünün en büyük yazarlarından biri olarak kabul edilen Fransız yazarı. İnsanlık Komedyası ana başlığı altında topladığı romanlarından birkaçı; Eugenie Grandet, Goriot Baba, Vadideki Zambakta.
Prosper Merime (1803-1870): Fransız hikaye ve roman yazarı. Eserleri: Colomba, Carmen, Matteo Faicone, Tamango (hikaye), Chronique du regne de Charles IX (roman).
Nikolay Gogol (1809-1852): Roman, hikaye ve tiyatro tülerinde eserler veren Rus yazarı. Önemli eserleri; Dikkanka Yakınındaki Çiftlikte Akşamlar, Mirgorod Hikayeleri, Petesburg Hikayeleri (hikaye), Ölü Canlar (roman), Müfettiş, Bir Evlenme, Kumarcılar’ü (tiyatro).
Charles Dickens (1812-1870): İngiliz yazarı. Pickvvick’in Kağıtları, Oliver Twist, Antika Dükkanı, David Copperfield, Büyük Ümitler önemli romanlarıdır.
Theodor Storm (1817-1888); Alman şair ve yazarı. Eserleri: Gedichte, immense, Camın Altında, Eine Malerarbeit, Ekennof.
İvan Turgenyev (1818-1883): Rus yazarı. Önemli eserleri; Bir Avcının Notları (hikaye), Rudin, Bir Asilzade Yuvası, Babalar ve Çocuklar (roman), Köyde Bir Ay, Taşralı Kadın’üf (tiyatro).
George Eliot (1819-1880): İngiliz yazarı. Eserleri: Rahip Hayatından Sahneler, Silas Marner.
Gustave Flaubert (1821-1880): Realizmin kurucusu ve en önemli temsilcisi olarak kabul edilen Fransız yazarı. Sağlam üslubu ile tanınan yazarın önemli eserleri; Madam Bovary, Salambo, Duygusal Eğitim ve Üç Hikaye’d’r.
Fiodor Mihayloviç Dostoyevski (1822-1881): Dünya ve Rus romanının en büyük yazarlarından birisi. Ölü Bir Evden Anılar, Suç ve Ceza, Budala, Karamazof Kardeşler, İnsancıklar, Kumarbaz, Ecinniler romanlarından birkaçıdır.
Goncourt Kardeşler: Edmond de Goncourt (1822-1896) / Jules de Goncourt (1830-870) isimli kardeş Fransız yazarları. Ortak eserleri: Manette Salomon, Journal, Renee Mauperin, Germinie Lacerteux, Madame Gervaisais.
Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910): Ünlü Rus yazarı. Önemli eserleri; Harp ve Sulh, Anna Karanina, Ölümden Sonra Dirilme, İvan İlyiç’in Ölümü (roman), Yaşayan Ölü, Karanlığın Kudreti’d’r (tiyatro).
Marc Twain (1835-1910): Amerikan yazarı. Seyahat, otobiyografi, hikaye ve roman tülerinde eserler veren Tvvain’in belli başlı eserleri; Tom Savvyer’in Maceraları, Mississippi’de Hayat, Huckleberry Finn’in Maceraları’dır.
Alpnonse Daudet (1840-1897): Fransız realist ve natüalist yazarı. Eserleri: Değirmenimden Mektuplar, Pazartesi Hikayeleri (hikaye), Taraskonlu Tartaren, Jack, Sapho (roman).
Guy de Maupassant (1850-1893): Adı natüalistler içinde de zikredilen Fransız hikaye ve romancısı. Üç yüzün üzerinde hikaye (Tombalak, Ayışığı, Küçük Roque) ve Bir Hayat, Güzel Dost, Ölüm Kadar Acı isimli üç roman kaleme almıştır.
Paul Bourget (1852-1935): Psikolojik romanın güçlü isimlerinden Fransız yazarı. Eserleri: Çağdaş Ruhbilim Denemeleri, Yeni Çağdaş Ruhbilim Denemeleri, Bir Kadının Yalanları, Mavi Düşes, Çömez, Cruelle Enigme, L’Etape, Cosmopolis.
Daniel Defoe (1659-1731): İngiliz yazarı. Eserleri: Robinson Crusoe, Memories of a Cavalier, Colonel Jacque, Moli Flanders, Roxano.
Anton Çehov (1860-1904): Hikaye tüüne yeni bir tarz kazandırmış Rus yazarı. Belli başlı eserleri; Hikayeler (hikaye), Martı, Vanya Dayı, Üç Kızkardeş, Vişne Ba/ıçes/’dir (tiyatro).
Maksim Gorki (1868-1936): Rus yazarı. Eserleri: Ana, Üç Kişi, Artamanovların İşi, Klim Samgin’in Hayatı (roman), Tecrübeler ve Hikayeler, Hikayeler (hikaye), Ayaktakımı Arasında (tiyatro).
Ernest Hemingway ((1899-1961): Nobel edebiyat ödülü sahibi Amerikan yazarı. Silahlara Veda, Çanlar Kimin için Çalıyor, ihtiyar Balıkçı, Klimanjaro’nun Karları, Güneş Yine Doğar önemli romanlarıdır.
John Steinbeck (1902-1966): Modern Amerikan edebiyatının yazarlarındandır. Hikaye ve roman tülerinde eserler veren yazarın önemli romanları; Altın Kupa, Cennet Çayırları, Kenar Mahalle, Fareler ve insanlar, Gazap Üzümleri, Sardalya Sokağı, Ay Battı, Aşk Otobüsü, Cennet Yolu, İnci�dir.
Kaynaklar: ”’ Auguste Comte (1798-1857): Pozitivizmin kurucusu Fransız filozofu. Eserleri: Pozitivist Felsege Dersleri, Positivist Politika Sistemi.
62 Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s.707.
63 Suut Kemal Yetkin, Edebiyatta Akımlar, s.46.
64 Stendhal, Kırmızı ve Siyah, (Çev. Ş. Hulusi), Ülkü Basım, ist., 1979. s.393.
65 Suut Kemal Yetkin, Edebiyatta Akımlar, s.47.
66 Ahmet Kabaklı, Tük Edebiyatı, C.l, s.354.
67 Sevim Kantarcıoğlu, Edebiyat Akımları ve Temel Metinler, s.126.
68 Sevim Kantarcıoğlu, age., s.142.
‘ Suut Kemal Yetkin, Edebiyatta Akımlar, s.103.
“Suut Kemal Yetkin, age. , s.52.
Burada “dramatik” kelimesinin “acıklı, hüzünlü” anlamında kullanmadığına dikkat edilmelidir.
Sevim Kantarcıoğlu, Tük ve Dünya Romanında Modernizm, KTB Yay., Ank., 1988, s.29-31.
Suut Kemal Yetkin, Edebiyatta Akımlar, s.53.
‘ Cemil Göker, Fransa’da Edebiyat Akımları, s.56.
l4 Ahmet Kabaklı, Tük Edebiyatı, C.l, s.356.
Not: Adı geçen sanatkarlar ve eserleri, yüzde yüz realizm akımı çerçevesinde değerlendiriliyor şeklinde anlaşılmamalıdır. Realizm akımı içerisinde yer alıp farklı akımlarda da eserler verebilirler. Realizme bu açıdan bakmak gerek.
Ekleyenin Not: Realizm akımı ve diğer edebi akımlar Türk edebiyatının, özellikle Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatını anlamak için hareket noktamız olmalıdır. Realizm bu açıdan mutlaka araştırılması, okunması ve özümsenmesi gereken bir edebi akımdır. Realizmi okumadan diğer akımları okumamak gerekir. Realizmin özelliklerini, realizmin temsilcilerini bilmek gerekir.
Yorum Gönderin